5 Ekim 2021 Salı

(İlgili kısım Ruh ve Madde Yayınlarından neşredilen, Gurdjieff ve Ouspensky Öğretisi Üstüne Yorumlar kitabından alınmıştır.)

Bay Ouspensky konuşuyor:

 ''G. ile (Gürciyev'i kastediyor) grubumuzda yaptığımız bir sohbet sırasında, ki bu daimi hale gelmeye başlıyordu, şöyle sordum: Kadim bilgi saklandıysa ve genel olarak konuşursak, bizim bilim ve felsefemizden farklı, hatta onu geride bırakan bir bilgi her zaman mevcut olduysa, niçin böylesine dikkatli bir şekilde gizli tutulmuştur? Niçin herkesin malı yapılmamıştır? Bu özel bilgiye sahip olan insanlar; hile kötülük ve cahillik ile daha iyi ve daha başarılı bir mücadele uğruna bu bilginin genele yayılmasına izin verme konusunda niçin isteksizdiler?''

Sanırım bu, ezoterizm fikirleriyle ilk kez tanıştığında herkesin zihninde genellikle oluşan bir soru.

Buna iki cevap var, dedi G. İlk olarak, bu bilgi saklanmamıştır; ve ikinci olarak, doğası gereği herkesin malı haline getirilemez. İlk önce bu durumlardan ikincisini dikkate alacağız. Bilginin (bu kelimeyi vurguladı), ona benzeme kapasitesi olanlara göre, genellikle sanıldığından çok daha ulaşılabilir olduğunu ve bütün meselenin, insanların ya onu istememeleri ya da alamamaları olduğunu sonradan size ispatlayacağım. Fakat her şeyden önce başka bir şey, yani bilginin herkese ait olmadığı, hatta çoğunluğa bile ait olmadığı anlaşılmalıdır. Kanun böyledir. Bunu anlamıyorsunuz çünkü bilginin, dünyadaki diğer her şey gibi, 'maddesel' olduğunu anlamıyorsunuz. Maddeseldir ve bu da maddenin tüm niteliklerine sahip olduğu anlamına gelir. Maddenin ilk niteliklerinden biri, belirli bir mekânda ve belirli koşullar altında sınırlı olmasıdır. Hatta çöldeki kum ve denizdeki su bile, belli ve değişmeyen miktardadır. Dolayısıyla, bilgi maddesel ise, belirli bir zamanda onun belli bir miktarı mevcut, demektir. Belirli bir zaman periyodu boyunca, diyelim ki bir yüzyılda, insanlığın kullanımında belli bir miktar bilgi var, denilebilir. Sıradan bir hayat gözleminden bile biliyoruz ki, bilgi maddesi, az veya çok miktarda alınmasına göre, tamamen farklı niteliklere sahiptir. Belirli bir yerde geniş miktar alınması, yani bir insan tarafından ya da diyelim ki küçük bir grup insan tarafından, çok iyi sonuçlar üretir; küçük bir miktar alınması (yani çok sayıda insanın her biri tarafından) hiç sonuç vermez; ya da beklentinin aksine negatif sonuçlar verebilir. Bu nedenle, belli kesin bir miktar bilgi milyonlarca insan arasında dağıtılırsa, her bir birey çok az alacaktır ve bu küçük miktar bilgi onun hayatında da, şeyleri anlayışında da hiçbir şey değiştirmeyecektir. Ve bu küçük miktar bilgiyi alan insanların sayısı çok olmasına rağmen, onların yaşamlarında, belki onları daha zor yapması dışında hiçbir şey değiştirmeyecektir.

Fakat tam tersine, büyük miktarda bilgi az sayıda insanda konsantre edilirse, bu bilgi büyük sonuçlar verecektir. Bu bakış açısından, bilginin az sayıda insan arasında saklanması ve kitleler arasında dağıtılmaması gerekliliği çok daha makûldür.

Belirli bir miktar altın alıp belirli bir sayıda nesneyi onunla yaldızlamaya karar verirsek, tam olarak kaç tane nesneyi bu altın miktarıyla yaldızlayabileceğimizi bilmeli ya da hesaplamalıyız. Daha fazlasını yaldızlamaya çalışırsak, her tarafı eşit olmayacak şekilde, yamalı olarak kaplanacaklardır ve yaldızsız hallerinden daha eğreti görüneceklerdir; ve böylece altınımız israf olacaktır.

Bilginin dağılımı, tam olarak aynı ilkeye dayanır. Bilgi herkese verilirse hiç kimse pek bir şey alamaz. Birkaç kişi arasında korunursa, her biri sadece korumak için değil, aldığını artırmak için de yeterli miktarda alacaktır.

İlk bakışta bu teori çok adaletsiz görünür, çünkü diğerlerinin daha büyük bir pay alabilmesi için, deyim yerindeyse bilgiyi inkâr edenler, çok üzgün ve hakedilmemiş bir şekilde, olması gerekenden daha zor görünürler. Esasen durum böyle değildir; ve bilginin dağılımında en ufak bir adaletsizlik yoktur.

Gerçek şudur ki, muazzam bir insan çoğunluğu hiç bilgi istememektedir; onunla ilgili paylarını reddederler ve hatta hayatın amaçları için genel dağılımda onlara ayrılan hisseyi bile almazlar. Bu durum, aniden insanların az da olsa kendilerinde bulunan sağduyuyu yitirmiş ve kendileri için muazzam sayıda, büyük çapta yıkıma sebep olarak, başka bir deyişle, kendilerini koruma içgüdülerini bile kaybederek tamamen otomatlara dönüşmüş göründükleri savaş, devrim vs. gibi kitle çılgınlığı zamanlarında özellikle açıktır. Buna bağlı olarak, muazzam miktarda bilgi miktarı, deyim yerindeyse sahipsiz kalır ve onun değerinin farkına varanlar arasında dağıtılabilir.

Bunda hiçbir adaletsizlik yoktur çünkü bilgiyi alanlar başkalarına ait olan hiçbir şeyi almazlar, başkalarını hiçbir şeyden yoksun bırakmazlar; sadece onların 'yararsız' diye reddettikleri ve alınmazsa kaybolacak olan şeyi alırlar.

Bilginin bazı kişiler tarafından toplanması, onun diğerleri tarafından reddedilmesine bağlıdır.

İnsanlığın yaşamında; telafi edilemez bir şekilde kitlelerin aklını kaybettiği ve yüzyıllık ya da binyıllık kültür tarafından yaratılmış her şeyi yıkmaya başladığı, genel olarak kültürlerin ve uygarlıkların çöküşünün başlangıcı ile aynı zamana rastlayan periyotlar vardır. Sık sık jeolojik tufanlara, iklimsel değişimlere ve gezegensel nitelikli benzer fenomenlere rastlayan bu tip kitlesel çılgınlık dönemleri, çok büyük miktarda bilgi maddesini serbest bırakır. Bu durum ise, aksi takdirde kaybolacak bu bilgi maddesini toplama çalışmasını gerektirir. Böylece dağınık bilgi maddesini toplama çalışması sık sık kültürlerin ve uygarlıkların yıkımı ve çöküşünün başlangıcına rastlar.

Meselenin bu yönü açıktır. Kalabalık ne bilgi ister ne de bilgi arar ve kalabalığı liderleri, kendi ilgilerine göre, onların yeni ve bilinmeyen her şeye karşı korkularını ve hoşnutsuzluklarını güçlendirmeye çalışır. İnsanlığın yaşadığı kölelik, bu korkuya dayanır. Bu köleliğin tüm dehşetini tahayyül etmek bile zordur. İnsanların ne kaybetmekte olduklarını anlamıyoruz. Fakat bu köleliğin nedenini anlamak için insanların nasıl yaşadığını, varoluşlarının hedefini neyin oluşturduğunu; arzularının, tutkularının, ve büyük amaçlarının nesnesini; düşündüklerinin, konuştuklarının, hizmet ettiklerinin ve taptıklarının nesnesini görmek yeterlidir. Zamanımızın kültürlü insanlığının parasını neye harcadığını, en yüksek fiyata neyin hakim olduğunu, en büyük kalabalığın nerede olduğunu düşünün. Bir an için bu meseleler hakkında düşünürsek, birlikte yaşadığı ilgileri ile insanlığın, şu an sahip olduğundan farklı bir şeye sahip olmayı bekleyemeyeceği daha net hale gelir. Fakat, daha önce söylediğim gibi, başka türlü olamaz. İnsanlığın tümü için yılda çeyrek kilo bilgi tahsis edildiğini tahayyül edin. Bu bilgi herkese dağıtılırsa, her bir kişi o kadar küçük bir parça alacaktır ki eskiden olduğu kadar aptal kalacaktır. Fakat, şükürler olsun ki çok az sayıda kişi bilgiye sahip olmak ister; diyelim ki her biri bir zerre edinebilecek ve daha agâh olma olasılığı elde edebilecek olanlar alır. İstese bile herkes daha agâh hale gelemez... Burada bozulamayacak bir denge mevcuttur.

Bu, işin bu yönüdür. Diğeri, daha önce söylediğim gibi, hiç kimsenin hiçbir şeyi gizlemediği gerçeğine dayanır; hiçbir şekilde gizem yoktur. Fakat gerçek bilgiyi elde etme veya iletme, hem onu alandan hem de verenden büyük emek ve büyük çaba ister. Ve bu bilgiye sahip olanlar, olası en fazla sayıda insana onu iletmek ve anlatmak, insanların yaklaşmasını kolaylaştırmak ve gerçeği almak için kendilerini hazırlamalarını sağlamak üzere ellerinden geleni yapıyorlar. Fakat bilgi kimseye zorla verilemez, dediğim gibi, ortalama bir insanın hayatının, gününü nelerin doldurduğunun ve ilgilendiği şeylerin önyargısız bir incelemesi; bilgiye sahip insanları, kendi kendilerine bildiklerini gizleme, insanlara vermeyi ya da öğretmeyi reddetme konusundaki suçlamanın mümkün olup olmadığını derhal gösterecektir.

Bilgiyi isteyen kişi, bilginin kaynağını bulmak ve ona yaklaşmak için, herkese verilen fakat bir kural olarak insanların görmek ve tanımak istemediği yardım ve işaretlerden faydalanarak kendi kendine ilk çabayı göstermelidir. Bilgi, kendi paylarına düşen çaba olmaksızın insanlara ulaşamaz. İnsanlar bunu sıradan bilgi ile bağlantılı olarak çok iyi anlarlar, fakat 'büyük' bilgi hususunda, onun mevcudiyeti olasılığını kabul ettiklerinde, farklı bir şeyi kabul etmeyi mümkün görürler. Örneğin bir insan Çince öğrenmek isterse, herkes bunun birkaç yıllık ciddi bir çalışma istediğini çok iyi bilir; tıbbın ilkelerini kavramak için beş yıla ihtiyaç olduğunu herkes bilir ve resim ya da müzik konusunda çalışma belki bunun iki katı zamanı gerektirir. Fakat kendi paylarına hiçbir çaba olmadan insanlar bilgiyi elde edebileceklerini, 'uykuda olsalar bile' onu anlayabileceklerini düşünüyorlar. Bu tür görüşlerin mevcudiyeti, niçin insanlara bilginin gelemeyeceği ile ilgili ek bir açıklama oluşturur. Aynı zamanda, bu yönde herhangi bir şey elde etmek için insanın 'bağımsız' çabalarının da sonuç veremeyeceğini anlamak esastır. Bir insan sadece ona sahip olanların yardımı ile bilgiyi elde edebilir.
Bu en baştan anlaşılmalıdır. İnsan, bilen birinden öğrenmelidir.''